Havza Haber Ajansı’na göre, Hüccetü’l-İslam Muhammed Cevad Mustafavi 2 Aralık Mirza Küçük Han’ın şehadet günü vesilesiyle kaleme aldığı bir yazısında bu yüce şehit hakkında şunları belirtmiştir:
Amacımız Kuzey bölgesini övmek veya herhangi bir bölgeyi üstün tutmak değildir ancak gerçek şu k, İran halkı her zaman kuzeydeki Gilan eyaletini benzersiz coğrafi özellikleri, sıcak kanlı ve çalışkan insanlarıyla tanımaktadır.
Kuzey İran yeşil dağları, görkemli ve yoğun ormanları, bol sularla akan nehirleri, serin iklimli dağları, çalkantılı denizi, bereketli pirinç tarlaları, lezzetli çayı, neşeli, nazik ve sanatkar insanlarıyla tanınır. Yani bir toprak parçasının ruhu canlandıran, hep hayallerde olan ve her arzulu kişinin özlemini duyduğu tüm özellikleri bir arada bulundurur.
Bu özelliklerle ülkedeki pek az insan Gilan eyaletini ve Kuzey İran’ı kanlı canlı, misafirperver insanlarıyla övmek ve takdir etmekten geri durur.
Gilan eyaleti kendine özgü ve özel bir coğrafyaya sahip olsa da bu durum gurur duyulacak bir şey değildir; çünkü Gilan’ın köklü tarihi içinde pek çok olay ve iniş çıkışı barındırır. Bu olaylar her biriyle kültürel liderlik, toplumsal cesaret, siyasi etki gibi alanlarda tarihçiler, dini alimler, sosyal bilimciler ve politikacılar için ilgi çekici olmuştur. Bu konular eyaletin ve ülkenin zengin yazılı kaynaklarında, düşünürlerin ve ilgili kişilerin katkılarıyla kısmen ulaşılabilir durumdadır.
Acı Bir Gerçek:
Geçtiğimiz yüzyılın başında, yani 1914-1921 yıllarında, sekiz yıl boyunca Gilan’da ünüyle tanınan bir şahsiyet kargaşa, çekişme ve hengâmeler içinde kaderin acımasız ellerine teslim oldu. Bu olay İran İslam tarihi, özellikle de Gilan’ın yiğit ve özgürlükçü halkı için her zaman hatırlanacak bir anı olarak kaldı.
Zulüm, yozlaşma ve o dönemin baskıcı yönetimi, her türlü aydınlığı bir kenara itip İran’ın üzerine karanlık ve uğursuzluğu öyle bir yaydı ki her yönden dehşet verici ve korkunç ulumalar yükseldi. Üç şeytani güç -Rusya, İngiltere ve içerdeki istibdat- birleşerek, özgürlük ve vatanseverlik isteyen her bireyi özgürlük yolunda, adalet talep eden her kişiyi ise adalet arayışında kurban etmeye girişti. Böylece, geleceğe karanlık ve acı dolu bir tablo bırakmayı amaçladılar.
Böylesine çalkantılı ve karmaşık bir dönemde İslamî öğretiler ve Şii medreselerinin mirasından gelen bir kahraman, halkına olan sevgisiyle ümmetin zirvesinde parlıyordu. Şehit Şeyh Mirza Küçük Han, Ayetullah el-Uzma Fazlullah Nuri ve Ayetullah Abdullah Behbehani’nin şehadetinin ardından halkının çektiği acıları görmüş, bilim insanlarının başkentteki kaos ve korku dolu ortamdan göç etmesinin üzüntüsünü yaşamıştı. Bu kahraman dönemin zorluklarına daha fazla katlanamayarak yabancıların çığlıkları, kendini aydın olarak tanıtan satılmış düşünürler ve despotizmin kirli planları onun yüksek ruhunu daha fazla yaralamadan, bir kez daha özgürlük mücadelesine çıkmaya karar verdi. Bu yüzden bir grup özgürlükçüyle birlikte yola çıkma kararı alıp ormana sığındı.
Parlayan Bir Mum
Şiilik tarihinde sorumlu, zamanı kavrayabilen ve adalet arayışında olan din âlimleri, her zaman halkın lideri ve yol göstericisi olmuşlardır. Bu içsel tutum ve dini misyon, günümüze kadar âlimler ve talebeler tarafından devam ettirilmiştir.
Bu belki de dinin bayrağını taşıyan ve etkili âlimlerin özelliğidir; çünkü bu âlimler halkı zamanında ve dikkatlice yabancıların saldırılarına, despotik yönetimlerin ve din karşıtı güçlerin, kendini aydın olarak tanıtan batı taklitçilerinin ve satılmışların saldırılarına karşı koruyarak yönlendirebilirler. Böylece halk onlara güven duyar ve onları rehber kabul eder.
Bu konuda unutmamak gerekir ki her zaman İran halkının onuru, saygısı ve şerefi, despot yöneticiler tarafından ayaklar altına alındığında ya da bağımsızlık ve toprak bütünlüğü yabancılar tarafından tehdit edildiğinde işte o zaman bu bilinçli, özgür ve özgürleştirici âlimler öne çıkmış ve halkı yönlendirerek kahramanca bir şekilde onlara karşı mücadele etmişlerdir.
Bu bağlamda Mirza Küçük Han’ın hareket serüvenine dikkatle baktığımızda, hiçbir zaman medrese kökenli kimliğinden ayrılmadığını ve her zaman öğrendiği ilimlere dayalı olarak düşüncelerini şekillendirip, bunları hayata geçirdiğini görürüz. Ne yazık ki daha önce, bazen istemeden ve bazen de kasıtlı olarak, bazıları Mirza’nın medreseye bağlılığını ve ruhani kıyafetini küçümseyerek onun kişiliğini yanlış yansıtmaya çalışmışlardır. Ancak şunu unutmamak gerekir ki o, gerçekten de medrese eğitimi almış ve ruhani kıyafet giymiş biriydi.
İlim Meclisinde
Mirza Küçük Han Cengeli, asıl adıyla “Yunus” ya da Mirza Yunus, Mirza Bozorg’un (Farsça: büyük) oğludur. 1259 Hicri Şemsi (1843) yılında, Gilan’ın Reşt şehrindeki eski bir mahalle olan Ustadsara’da, orta halli ve dini bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir.
Mirza Küçük Han gençlik yıllarının başlarında Hacı Hasan Medresesi’nde (Salihabad) eğitimine başlamış ve İslam’ın On İki İmamlar inancını benimsemiş bir Müslüman olarak, dini eğitimini tamamlamak amacıyla o dönemde daha yüksek seviyede olan Mescid-i Cami Medresesi’ne katılarak Farsça, Arapça, nahv, sarf, hadis ve Kur’an gibi temel ilimlerde eğitim almıştır. Ardından eğitimine devam etmek için Kazvin’e gitmiş ve burada Salihiyye Medresesi’nde derslerine devam etmiştir. Daha sonra birkaç yıl süreyle Tahran’daki Mahmudiyye Medresesi’nde de eğitim almıştır. Bu ilmi yolculukta medrese eğitiminin temellerini başarılı bir şekilde öğrenmiş ve ruhaniler sınıfına katılma başarısını elde etmiştir. Ancak ülke içindeki ve sınır bölgelerindeki olaylar ve çatışmalar, onun düşüncelerini değiştirmiş ve farklı bir yola yönelmesine sebep olmuştur.
Mirza Küçük Han’ın üstün zekası ve bilgeliği, kısa bir sürede medrese ilimlerinde birbiri ardına başarılar elde etmesine ve bilgi kazanma yolunda büyük adımlar atmasına neden oldu. Böylece dini ilimlerle donanarak, ruhani elbisesini giydi ve âlimlik kimliğiyle bu kutsal elbiseyi gururla taşıdı. Bu konuda Mirza Küçük Han’ın ruhani kıyafet içinde dönemin diğer öğrencileriyle birlikte çekilmiş fotoğrafları bulunmaktadır.
Şu da unutulmamalıdır ki, Reşt şehrindeki Mescid-i Cami Medresesi’nin bereketlerinden biri, bu okulda yetişenlerin, Orman Direniş grubunun ana önderlerini oluşturması ve bu mücadelede kayda değer roller üstlenmeleriydi. Bu kişiler özellikle despotizme karşı verilen mücadelelerde büyük takdirle anılmaktadır. Gilan’daki medreseler bir süre sonra zeka ve yetenek açısından son derece donanımlı olan Mirza’yı tatmin edemedi. Bu sebeple içsel arayışlarını sürdürmek ve daha yüksek mertebelere ulaşmak için Reşt şehrinden Tahran’a göç etti.
Tahran, Mirza’nın zamanında ülkenin büyük bir bilimsel ve kültürel merkeziydi ve burada önde gelen hocalar fıkıh, usul, edebiyat, hikmet, felsefe ve matematik gibi birçok alanda ilim arayanları ve bilgiyi arzulayanları besliyorlardı. Bu ortam Mirza’nın bilimsel düşünceye olan ilgisini pekiştirdi. Öğrenim sürecinde sahip olduğu bilgi ve birikimini o kadar derinlemesine içselleştirmişti ki, bazıları Mirza’yı irade gücü, özgür düşünce, akıl yürütme yeteneği ve düşünme gücü açısından talebeler arasında tanınan bir figür olarak görüyordu.
Mirza Küçük Han’ın Tahran’daki medreselerden faydalandığına dair yapılan tespitler, onun önce Mahmudiye Medresesi’nde eğitim aldığını göstermektedir. Bu medrese, “Eski İlimlerin Hücresi” olarak da biliniyordu ve burada,“Mirza Küçük Han, Cengelli mücahitlerin liderliğini üstlenmeden önce bu medresede eğitim görüyordu.” şeklinde yazılmıştır. Ardından Fahriyye Medresesi’ne geçerek burada eğitimine devam etti ve en sonunda daha yüksek bilimsel seviyelere ulaşmak amacıyla Tahran’daki Sadra Medresesi’nde eğitim almayı sürdürdü.
Mirza Küçük Han’ın Mahmudiyye Medresesi’nde eğitim aldığı dönemde okulun önde gelen hocalarından biri ünlü düşünür ve müctehid olan Ayetullah Şeyh Abdülnabi Nuri Mazandarani’dir. Kendisi Mirza Şirazi’nin önde gelen öğrencilerinden biriydi ve fıkıh ile usul derslerinde dönemin en önemli alimlerinden biri olarak kabul ediliyordu. Ayrıca Tahran’daki önde gelen fetva veren fakihlerden biriydi. Bu büyük alimden aldığı eğitim ve etkilendiği düşünceler Mirza Küçük Han’ın ilim yolundaki arayışını ve despotizme karşı verdiği mücadeleyi daha da aydınlatan bir faktör olmuştur.
Bu yazı elindeki aydınlatıcı belgelerden ilham alarak, Mirza Küçük Han’ın yüksek makamını gerçekçi bir bakış açısıyla savunmayı amaçlamaktadır. Çünkü Kuzey’in donmuş ormanlarında o büyük insana yaşatılan mazlumiyet ve kahramanca direnişine karşı yapılan zalimce saldırılar, bugün iletişim ve yazılı belgeler çağında, dini ve siyasi hareketlerin incelendiği eserlerde yer bulamamakta ya da sosyal medyada yanlış ve istemeden onun ilmî ve dini kişiliği ile kahramanlık itibarına saldırılmaktadır. Oysa tarihte ve yazılı belgelerde “Mirza, ormanların örtüsüyle şehit olan şeyh” olarak anılmaktadır. Bu konuya tarihçilere dürüstçe yaklaşan bazı düşünürler de vurgu yapmış ve bu, onun hayatı için büyük bir onur kaynağı olmuştur.