Havza Haber Ajansı’nın aktardığına göre İsrail’in dünya sahnesinden silinmesi, İran İslam Cumhuriyeti’nin bir sloganı ve devrim önderlerinin bir sözüdür. Bu yazıda, bu konunun Kur’anî kökenine dair bir soru-cevap paylaşılacaktır:
Soru:
İsrail’in yok edilmesinin Kur’anî delillere ve rivayetlere dayalı aklî bir temeli var mıdır? Hangi ayetler ve rivayetler İsrail’in yok edilmesine doğrudan atıfta bulunmaktadır?
Kısa Cevap:
İsrail’i yok etmek Kur’an, rivayetler ve akıl açısından bir temele sahiptir. Kur’an’da, müminler zalimlerle mücadelede gevşek davrandıkları için kınanmıştır. Siyonist rejim, dünyada fitnenin kaynağıdır ve Allah, müminlere fitne çıkaranlarla savaşmayı emretmiştir. Emirü’l-Müminin (a.s.) şöyle buyurmuştur: “Her zaman zalimin düşmanı ve mazlumun yardımcısı olun.”
Akıl açısından da bu rejim, komplo ve fesadın merkezi olarak dünya güvenliğini tehdit eden bir odaktır ve tüm ülkeler bu gayrimeşru oluşuma karşı mücadele etmelidir.
Detaylı Cevap:
İsrail’in yok edilmesi Kur’anî delillere ve rivayetlere dayalı aklî bir temele sahiptir.
İsrail yok olmaya mahkûmdur ve bu İlahi bir sünnete dayanır. Çünkü batıl kalıcı olamaz ve yok olmaya mahkûmdur. Bu gerçek şu ayette ifade edilmiştir:
“Ve de ki: Hak geldi batıl yok oldu! Şüphesiz, batıl yok olmaya mahkûmdur.” (İsra Suresi, 81. Ayet)
İsra Suresi’nin 4. ve 5. ayetlerinde İsrailoğulları’nın iki kez yeryüzünde fesat çıkaracağı ve sonunda yok edilecekleri belirtilmiştir:
“Biz İsrailoğulları’na Kitap’ta (Tevrat’ta) şu hükmü verdik: ‘Yeryüzünde iki kez fesat çıkaracaksınız ve büyük bir azgınlık yapacaksınız.’ İlk vaat gerçekleştiğinde, üzerinize güçlü savaşçılardan oluşan kullarımızı gönderdik; onlar, şehirlerin içlerine kadar girip sizi darmadağın ettiler. Bu gerçekleşmesi kesin bir vaatti.” (İsra Suresi, 4-5. Ayetler)
Bu ayetler İsrailoğulları’nın yeryüzünde fesat çıkararak büyük bir zulüm yayacağı ve bunun İlahi bir ceza ile karşılık bulacağına işaret etmektedir. Sonuç olarak İlahi adalet gereği bu zulüm ve fesat kalıcı olmayacak ve yok edilecektir.
Bazıları bu iki olayın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Siyonizm adıyla bir partinin kurulması ve İsrail adında bir devletin İslam ülkelerinin içinde kurulmasıyla bağlantılı olabileceğini öne sürmüşlerdir.
İsrailoğulları’nın ilk fesadından ve üstünlük iddialarından kasıt, bu olaydır. İlk intikamdan kasıt ise İslam ülkelerinin bu komplonun farkına vararak birleşip Kudüs’ü ve Filistin’in bazı şehirlerini Yahudilerin elinden kurtarması ve Yahudilerin Mescid-i Aksa üzerindeki etkisinin tamamen sona ermesidir.
İkinci fesat ise İsrailoğulları’nın dünya emperyalist güçlerinin desteğiyle İslam topraklarına saldırması, Kudüs ve Mescid-i Aksa’yı işgal etmesidir.
Bu nedenle Müslümanların İsrailoğulları’na karşı ikinci zaferi beklemeleri gerekir. Bu zaferle Mescid-i Aksa’yı onların elinden kurtaracaklar ve Yahudilerin bu İslam topraklarındaki etkisini tamamen ortadan kaldıracaklardır. Bu tüm dünya Müslümanlarının beklediği ve Müslümanlara yönelik İlahi bir zafer ve yardım vaadidir.
(Kaynak: Nâsır Makarim Şirazi, Tefsir-i Numune, ilgili ayetin tefsiri)
Bu tefsirlerin dayanağı, bazı rivayetlerdir. Örneğin, İmam Cafer Sadık (a.s.), İsra Suresi 5. Ayet hakkında şöyle buyurmuştur:
“Bunlar Allah’ın, Kaim’in (Hz. Mehdi) zuhurundan önce göndereceği bir topluluktur. Bu topluluk, Muhammed (s.a.a) ailesine düşmanlık eden hiçbir kişiyi bırakmaz, hepsini yok eder. Ve bu gerçekleşmesi kesin olan bir vaattir.”
(Kaynak: Biharü’l-Envar, Cilt 53, Sayfa 93)
Kur’an-ı Kerim’de müminler, zalimlere karşı mücadelede gevşek davrandıkları için uyarılmıştır. Bu durum şöyle anlatılmaktadır:
“Size ne oldu da Allah yolunda ve «Rabbimiz! Bizi, halkı zalim olan bu şehirden çıkar, bize tarafından bir sahip gönder, bize katından bir yardımcı yolla!» diyen zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz!”
(Nisa Suresi, 75. Ayet)
Siyonist rejim, Filistin halkını yurtlarından sürgün etmiş ve bu mazlum halkı yıllardır acımasızca baskı ve zulüm altında tutmaktadır. İslam ülkelerinin bu mazlum halkın yardımına koşarak onları bu zalim ve gayrimeşru rejimin elinden kurtarması bir zorunluluktur.
Kimse inkar edemez ki ekonomik, kültürel, siyasi ve diğer tüm fesatların kaynağı bu Siyonist rejimin varlığıdır. Allah, müminlere fitne çıkaranlarla mücadele etmeyi emretmiştir. Şu ayet buna işaret etmektedir:
“Onları (size karşı savaşanları) yakaladığınız yerde öldürün. Sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla savaşmayın. Eğer onlar size karşı savaş açarlarsa siz de onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir.” (Bakara Suresi, 191. Ayet)
Bu ayet yalnızca İslam’ın ilk dönemindeki kâfirler ve müşrikler için değil kıyamete kadar tüm kâfirler, müşrikler ve fitne çıkaranlar için geçerlidir. Bunların en bariz örneği ise işlediği suçlarla tanınan Siyonist rejimdir. Bu rejim, Müslümanları katletmeye devam etmektedir ve tüm Müslümanlar ona karşı mücadele etmeli ve bu zulmü sonlandırmalıdır.
İsrail’e karşı mücadele etmek ve bu zulüm ve fesat kaynağını yok etmek aynı zamanda rivayetlere dayalı bir zorunluluktur. Örneğin Resûl-i Ekrem (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:
“Zalimden hakkını alması için adım atan kimse için Allah, o kişinin ayaklarını, o gün ayakların kayacağı günde (kıyamet gününde) sabit kılar.”
(Kenzü’l-Ummal, Cilt 3, Sayfa 505, Hadis 5604)
Resûl-i Ekrem (s.a.a.) ayrıca şöyle buyurmuştur:
“Kim bir zalimden mazlumun hakkını alırsa, o kişi cennette benimle birlikte olacaktır.”
(Kenzü’l-Favâid, Kerecî, Muhammed bin Ali, 1410, Cilt 1, Sayfa 135)
Emirül-Müminin Ali (a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Zalimlere karşı daima düşman olun, mazlumlara ise her zaman yardımcı olun.”
(Nahcu’l-Belâğa, 47. mektup)
Aklî açıdan da Siyonist rejimin varlığı yalnızca fesat, cinayet ve zulmün devamıdır. Bu rejimin işlediği saldırganlık ve suçlar göz önüne alındığında eğer bu rejimle mücadele edilmezse, başka ülkelerde de benzer saldırılar yapacak ve dünya güvenliğini tehdit edecektir. Bu rejim, dünya barışının ve güvenliğinin önünde ciddi bir tehdit oluşturmakta olup küresel güvenliğin tahrip edilmesinin merkezine dönüşecektir. Tüm ülkeler böyle bir gayrimeşru varlıkla mücadele etmeli ve onun kötü kaderine son vermelidir.
İsrail’in varlığı bir milletin haklarını gaspetmek ve yok saymak üzerine kurulmuştur. Bu, uluslararası barış için ciddi bir tehdit oluşturacak tehlikeli bir temele dayanmaktadır. Bu nedenle İsrail’in varlığı yalnızca İslam ülkeleri ve bölgesi için bir tehdit değildir; aynı zamanda küresel barış ve güvenlik için bir tehdit teşkil etmektedir.
Uluslararası hukuka göre, İsrail yasal bir devlet olma şartlarından yoksundur. 1933 yılında kabul edilen Montevideo Konvansiyonu’na göre, bir devletin uluslararası kişi olabilmesi için aşağıdaki şartlara sahip olması gerekmektedir:
1. Sürekli bir nüfus
2. Belirli bir toprak
3. Hükümet
4. Diğer devletlerle ilişkiler kurabilme yeteneği (Egemenlik)
Bu şartlardan herhangi birinin eksikliği, egemen bir rejimin meşruiyetinin temellerini sarsar ve Siyonist rejim bu şartlardan hiçbirine sahip değildir.
Filistin işgalindeki Yahudi nüfusunun neredeyse tamamı bu kutsal topraklarla hiçbir bağı olmayan, dünyanın farklı bölgelerinden gelen, Filistin halkının isteklerine aykırı olarak bu topraklara yerleştirilen Yahudilerdir. Bugün Filistin işgalinde bulunan Yahudi nüfusu, yerleşim planlarına göre yerleştirilen bu kişiler, hiçbir şekilde birbirleriyle genetik, kültürel ya da tarihi bir bağa sahip değildir. Bu insanlar yalnızca Yahudi dini inancına sahip olan, kültürel açıdan heterojen ve bazen de bir biriyle çelişen bir topluluktur. Dolayısıyla İsrail, yalnızca dinî açıdan bir kimlik taşıyan, farklı kültürlerin bir arada bulunduğu, uyumsuz bir topluluktur.
Elbette İran İslam Cumhuriyeti sadece Siyonist rejimle düşmanlık yapmayı ve onunla mücadele etmeyi hedeflememiştir. Siyonist rejimin yok edilmesi meselesiyle birlikte, Filistin meselesinin çözümü için uluslararası alanda mantıklı, açık ve kabul edilebilir bir çözüm önerisi sunulmuştur. Bu çözüm, Filistin’in asli sakinlerinin ister Müslüman ister gayrimüslim, Hristiyan veya Yahudi olsun, görüşlerinin alınması gerektiğini savunmaktadır ve Filistin’in kaderinin bu toprakların halkı tarafından mantıklı ve yasal bir süreçle belirlenmesi gerektiğini ifade etmektedir.
İran İslam İnkılabı Rehberi şöyle buyurmuşlardır:
“Filistin meselesinde zalim ve sahte rejimi reddederek ve bu rejimin her gün işlediği zulüm ve cinayetleri şiddetle kınayarak, tüm Filistinlilerin katılımıyla seçim yapılmasını önerdik. Bu öneri dünya normlarıyla tamamen uyumludur. Filistin halkının oylarıyla çıkacak her hükümet, Siyonistler ve işgal altındaki topraklarda yaşayanların durumunu belirleyecektir. Ancak mantıklı önerimize karşı çıkanlar bunun işgalci rejimin çöküşü anlamına geldiğini söylediler. Bu da doğaldır; çünkü bu sahte rejim çökmelidir.”
(Dışişleri Bakanı, İran’ın yurtdışındaki elçilik ve konsolosluk temsilcileriyle 1/11/2015 tarihinde yaptığı görüşmede söylediği sözler)
Ayetullah Hamaney sözlerine şöyle devam etmiştir:
“İran İslam Cumhuriyeti’nin Filistin meselesini çözmek ve bu eski yarayı iyileştirmek için sunduğu plan açık, mantıklı ve dünya kamuoyunun kabul ettiği siyasi öğretilere dayalı bir plandır. Biz, İslam ülkelerinin klasik ordu savaşlarını önermiyoruz, ne Yahudi göçmenlerini denize dökmeyi ne de Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası örgütlerin hakemliğini öneriyoruz; biz, Filistin halkına referandum yapmayı öneriyoruz. Filistin halkı tıpkı diğer her halk gibi kendi kaderini tayin etme hakkına sahiptir ve ülkesinin yönetimini seçme hakkına sahiptir. Filistin’in asli halkı ister Müslüman ister Hristiyan, ister Yahudi olsun - yabancı göçmenler hariç - nerede olurlarsa olsunlar Filistin içinde, mülteci kamplarında ve dünyanın her yerinde düzenli ve genel bir referanduma katılmalı ve Filistin’in gelecekteki yönetimini belirlemelidir. Bu yönetim ve ondan doğacak devlet kurulduktan sonra bu ülkeye son yıllarda göç eden ve Filistinli olmayan göçmenlerin durumunu belirleyecektir. Bu, adil ve mantıklı bir plandır ve dünya kamuoyu bunu doğru bir şekilde anlayacak ve bağımsız ülkeler ile halklardan destek bulacaktır. Elbette işgalci Siyonistlerin kolayca buna razı olacağını beklemiyoruz; işte burada devletlerin, halkların ve direniş örgütlerinin rolü şekillenir ve anlam kazanır. Filistin halkına destek vermenin en önemli unsuru işgalci düşmanlara olan desteğin kesilmesidir ve bu büyük görev İslam ülkelerinin hükümetlerine düşmektedir.”
(Filistin İntifadası’na Destek Konferansı’ndaki konuşmasından; 1/10/2011)
Your Comment