Havza Haber Ajansı’nın bildirdiğine göre, Bakır’ul Ulum Üniversitesi Fizik Felsefesi Bilim Topluluğu, bir din âliminin kuantum fiziği üzerine yaptığı açıklamalara cevap verdi. Açıklamanın tam metni şu şekildedir:
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
Son zamanlarda, bir din âlimi tarafından kuantum fiziğinin Kur’an-ı Kerim ayetleriyle uyumu konusunda bazı açıklamalar yapılmıştır.
Kendisi, kuantum fiziğinin evrendeki en küçük davranışların dahi tasavvurumuzun ötesinde etkiler yarattığını gösterdiğini iddia etmiş ve bu prensipten yola çıkarak ahiret azabının şiddeti, nimetlerin artışı ve davranışların ebediliği gibi kavramları açıklamaya çalışmıştır.
Bu açıklamalar eleştirilere neden olmuş ve dini bilgi ile deneysel bilgi arasındaki sınırın karıştırıldığı yönünde tartışmalara yol açmıştır.
Bilim ve din arasındaki yapıcı diyaloğun önemine vurgu yaparak ve dile getirilen görüşlere saygı duyarak, şu noktaları hatırlatmak isteriz:
1. Kelebek Etkisi ve Kuantum Fiziği
Din âlimimizin modern fiziğin Kur’an-ı Kerim ile uyumu bağlamında değindiği nokta, görünüşe göre “kelebek etkisi”dir. Bu etki modern fizikte doğrusal olmayan dinamik sistemler ve kaotik süreçler bağlamında bilinen bir olgu olarak tanınmakla birlikte, yalnızca kuantum fiziğine özgü değildir. Hatta klasik fizik çerçevesinde de açıklanabilir.
Ayrıca “1903 yılı” kuantum teorisinin oluşumunda belirleyici bir öneme sahip değildir.
Eğer hocamızın kastettiği, bir olayın sonsuz bir etkiye sahip olma ihtimali ise bu durumun “kelebek etkisi”ne dayandırılması zorunlu değildi; çünkü bir olayın sonsuz etkiler yaratma potansiyeli, klasik fizik temelinde dahi bilinen bir gerçektir.
Bununla birlikte kuantum teorisinde yerel determinizmin ihlali gibi bir olguya yapılan bir atıf, âlemin birliğini veya bir parçanın tüm üzerindeki etkisini tartışmak için daha uygun bir örnek teşkil edebilirdi.
2. Bir Bilimsel Teorinin Kur’an Ayetleriyle Tam Uyumu
Allame Tabatabai’nin el-Mizan tefsirinin girişinde belirttiği gibi Kur’an tefsiri, vahiy dışı hiçbir ön kabulden etkilenmemelidir. Bu nedenle vahiy kaynaklı bir kavramın hata yapma ihtimali taşıyan deneysel bir veriyle tam uyumlu olduğunu savunmak, kişisel yorum (tefsir bi’r-rey) olarak değerlendirilebilir.
Her ne kadar deneysel kanıtlar ahiret olaylarının mahiyeti gibi deney ötesi kavramları akla yaklaştırmak ve onların imkânsız olmadığını göstermek için kullanılabilse de (‘Bir şeyin mümkün olduğuna dair en güçlü kanıt onun gerçekleşmiş olmasıdır’ denildiği gibi), vahiy veya felsefeye dayanan deney ötesi öğretileri tamamen deneysel teorilerle özdeşleştirmek doğru değildir.
Çünkü deneysel bilimlerin teorileri dayandıkları gözlemlerin hatalarına açıkken, vahiy kaynaklı öğretiler sabit ve değişmezdir. Bununla birlikte deney ötesi kavramların doğru ilkeler çerçevesinde deneysel kanıtlarla uyumlu olduğu söylenebilir.
3. Fizik, Metafizik ve Bilimsel Sekülerizm İlişkisi
Farklı bilim dallarının terim ve kazanımlarını karıştırmak, disiplinlerarası araştırmalarda karşılaşılan risklerden biri olsa da deneysel ve deney ötesi kazanımlar arasında tam bir ayrım ve kopukluğa varmak doğru değildir. Çünkü her fizik teorisinin temelinde metafizik unsurlar bulunur ve bir fizikçi her zaman bir metafizikçiye ihtiyaç duyar. Dolayısıyla bu iki alanın tamamen ayrılması aslında mümkün değildir.
Bu nedenle akıl, nakil ve fizik arasında doğru bir etkileşim kurulması gereklidir. Nitekim modern bilimler vahiy kaynaklı öğretilerde yer alan düzen, amaçlılık, yönetimde bütünlük, kusursuz yaratılış, göklerde ve yerde bozulmanın olmaması gibi ilahî ayetlerin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayabilir.
Öte yandan seküler bir metafizik kaçınılmaz olarak seküler bir fizik anlayışını beraberinde getirir. Bu sebeple bilim ve din arasında doğru ve yapıcı bir etkileşim kurmak, her iki alanın gelişimine katkıda bulunabilir ve insanın evrendeki yerini daha iyi anlaması için bir zemin oluşturabilir. Ancak bu etkileşim yüzeysel uyarlamalardan ve kavramsal çarpıtmadan kaçınarak, bilimsel ve mantıksal ilkeler çerçevesinde dikkat ve özenle yürütülmelidir.
Bakır’ul Ulum Üniversitesi Fizik Felsefesi Bilim Topluluğu
**************
Bakır’ul Ulum Üniversitesi Fizik Felsefesi Bilim Topluluğu’nun bu yanıtı, 4 Aralık’ta gerçekleşen derslerin birinde kuantum fiziği ile ahiret azabını anlamaya yönelik bir açıklama yapan din âlimi Hüccetü’l-İslam ve’l-Müslimin Ali Nasiri’nin sözlerine cevaben kaleme alınmıştır.
Ali Nasiri, dersinde şu ifadeleri kullanmıştır:
“Kuantum fiziği ilk kez 1903 yılında ortaya atılmıştır ve şöyle der: Eğer bir bölgede bir kelebek kanat çırparsa, başka bir yerde bir fırtına meydana gelir. Bu Kur’an ayetleriyle birebir uyumludur; çünkü evrendeki her davranış en küçük hareket bile düşündüğümüzden çok daha büyük bir etkiye sahiptir. Bu nedenle kuantum fiziğiyle ahiret azabının şiddetini, nimetlerin artışını ve davranışların kalıcılığını açıklayabiliriz. Zira bir davranışın iyi ya da kötü etkisi sonsuzdur.”
Ayrıca Nasiri bu bağlamda Rum Suresi 36. ayeti şöyle örnek vermiştir:
“İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman onunla sevinirler. Ama kendi elleriyle işledikleri yüzünden başlarına bir kötülük gelirse hemen umutsuzluğa kapılırlar.”
Bu ifadelerin benzerleri Bakara ve Cuma surelerinde de geçmektedir.
**************
Edyan Üniversitesi öğretim üyesi, sosyolog Hüccetü’l-İslam ve’l-Müslimin Mehrab Sadegniya, Hüccetü’l-İslam ve’l-Müslimin Ali Nasiri’nin sözlerine tepki olarak Telegram kanalında şu şekilde yazmıştır:
“Son zamanlarda bir hoca ve üniversite öğretim üyesi ‘Kuantum fiziği tam olarak Kur’an ayetleriyle uyumludur’ demiş. Varsayalım ki, kendisi kuantum fiziğini biliyor ve Kur’an ayetlerini de doğru anlıyor ve doğru bir sonuç çıkarıyor. Peki şimdi ne yapmalıyız? Kuantum fiziğine mi alkış tutalım yoksa Kur’an’a mı?”
Eğer bir süre sonra bu fizik sorgulanırsa ne yapacağız? O zaman Kur’an yeni fizikle uyumsuz olacak ve sorgulanan bir fizik ile uyumlu hale gelecektir. Aslında neden zorlayarak Kur’an’ı fizik, kimya ve astronomiyle uyumlu hale getirmeye çalışıyoruz? Bunun insanların dinî inançları üzerinde ne gibi bir etkisi olabilir?
Sekülerizm tarihine bakıldığında modern dönemin başında bilim insanlarının (deneysel bilimlerin düşünürleri) sekülerizmin öncüsü olduğu ve din adamlarının buna karşı ciddi bir muhalefet sergilediği görülmektedir. Ancak zamanla din adamları deneysel bilimlerin diline daha aşina olmuş ve bu konuda daha yakınlaşmışlardır. Giderek sadece sekülerizmin karşısında durmakla kalmamış, bilim insanlarının yerini alarak sekülerizmin öncüleri haline gelmişlerdir.
Harvey Cox, Gugarten, Bultmann, Bonhoeffer ve diğer Hristiyan teologların bu konudaki hikayesi ilginçtir. İslam dünyasında da durum bir ölçüde benzerdir. Seyyid Ahmed Han’dan başlayarak, İslam dünyasında bilimsel Kur’an tefsiri sloganları atan yeni kuşaklara kadar benzer bir süreç yaşanmıştır.
Bu kişiler sekülerizme hakaret edebilir ve hatta rakiplerini bu kavramla simgesel şiddetle dışlayabilirler; ancak gerçekte yaptıkları şey sekülerizmi yaymaktır, hatta ellerinde tesbih tutuyor ve dini merkezlerde ders veriyor olsalar bile.
Bu kişilerin bilimsel Kur’an tefsiri adı altında yaptıkları şey basitçe vahiysel açıklamaları deneysel açıklamalara dönüştürmektir. Eğer başarılı olurlarsa ve saçmalamazlarsa, dini bilgiyi deneysel bilgiye dönüştürmüş olurlar. Yani bilgiyi sekülerleştirmiş olurlar.
Eğer bir sorumluluğum olsaydı ve sekülerizm adı geçtiğinde moral bozukluğu yaşayanlardan olsaydım, kesinlikle üniversitelerle ve bilim insanlarıyla kavga etmek yerine bilim hakkında birkaç şey duymuş olan ve şimdi dini bilgiyi deneysel bilgilerle harmanlamaya çalışan kişilerle mücadele ederdim. Maradona’yı bırakın, gerçek düşmanlar burada, onları hedef alın!
Your Comment